Duruşma Zaptı: Bir Adalet Arayışının Ardında
Kayseri’nin dar sokaklarından birinde yürürken, kafamda tek bir soru vardı: “Duruşma zaptı verilmesi zorunlu mu?” Bunu düşünmek, başımı döndürüyor gibi hissediyorum. Zira çok da uzak olmayan bir zaman önce, bir mahkeme salonunun ortasında, bu soruyu tam da kendime sormuştum. O günden sonra, bu soru ve yanıtı peşimi bırakmadı. Hangi duyguyla başlasam bilmiyorum, bir yanda hayal kırıklığı, bir yanda da bir umut ışığı. Bu yazı, tam olarak o anların duygularını anlatacak. Çünkü o gün, sadece bir hukuk davası değil, adaletin nasıl bazen ince bir çizgiyle hayatımıza dokunduğu, bazen de kaybolduğu bir andı.
Bir Mahkeme, Bir Umut, Bir Hayal Kırıklığı
Her şey birkaç hafta önce başladı. Bazen hayatın içinde kaybolmuş gibi hissediyorum. Ama bir şekilde, bazen de en karmaşık duyguların ardında, bir şeyler öğreniyorum. Bir gün, kendi başıma gelen bir olayı çözmeye çalışırken, birdenbire kendimi bir duruşma salonunda buldum. O gün, hayatımda gerçekten bir ilk yaşanıyordu. Mahkeme, soğuk, gri duvarlarla çevriliydi ve kimse bana ne olduğunu anlatmıyordu. “Duruşma zaptı verilmesi zorunlu mu?” diye sorduğumda, gerçekten anlamıyordum ne demek istediğimi. Sadece başımda dönüp duran o kadar çok soru vardı ki…
Önümdeki dosya o kadar kalındı ki, her sayfa bir duygunun kaybolduğu an gibiydi. Mahkemeye başlamak üzereyken, gözlerim en çok hâkime odaklanmıştı. Hâkim, elindeki kağıtları karıştırarak başladığında, zaman yavaşladı. Onun söyledikleri bir anlam ifade etmiyordu, çünkü kendi içimdeki karmaşayı ve kaygıyı duyuyordum. “Zaptın tutulması zorunlu mudur?” sorusuyla, her şeyin temeline inmeye çalışıyordum. O anda anladım: Bu sadece bir hukuk meselesi değil, aynı zamanda adaletin ne kadar öznel olduğunu sorgulamaktı.
Mahkeme Salonu ve Duygularım
Mahkemede herkes işine odaklanmıştı, ama ben hâlâ bir soru üzerinde dönüp duruyordum. Her şeyin ne kadar soğuk ve mekanik olduğunu hissediyordum. “Duruşma zaptı verilmesi zorunlu mu?” sorusu, bir anlamda o anı kendime hatırlatacak bir soru gibi geliyordu. Cevap çok netti: Evet, her duruşmada tutanak tutulması gerekirdi. Ama ben şunu fark ettim: Bu tutanak sadece bir prosedür müydü, yoksa bir insanın içindeki duyguyu kaydedebilmenin bir yolu muydu?
O kadar yalnız hissettim ki. Salondaki herkesin ruhu benden farklıydı. Hiçbir şeyin adil olmadığını düşündüm. Zaptın tutulmasının “zorunlu” olup olmadığını düşündüğümde, aklımdan geçen tek şey, bir adalet arayışıydı. Bir şekilde, bu kayıtlarda hayatın bir parçası vardı. Her kelime, her cümle, belki de bir insanın yaşadığı bir anın bir yansımasıydı. Ama herkes, bu zaptı doğru tutmaya ne kadar özen gösteriyordu?
Sonra Ne Oldu? Umut mu, Hayal Kırıklığı mı?
Mahkeme bitmişti. Duruşma zaptı tutulmuştu. Ama bir şey eksikti. Adaletin sağlandığını hissetmedim. Birkaç gün sonra, zaptın bir kopyasını aldım. O dosyanın içinde, benim gibi bir insanın ruhunu yansıtan hiçbir şey yoktu. O kadar yavan, soğuk ve mekanikti ki, ellerim titredi. “Bir gün bu zaptı silip atacaklar mı?” diye sordum. Gerçekten de, bu kağıt parçaları hayatımın ne kadar gerçeğini taşıyordu? Veya başka bir şey miydi? Hiçbir şeyin anlamı yok gibiydi.
Ama bir gün, eski bir arkadaşım bana yazdı. “Bazen hayat sadece bir tutanak gibi değil mi? Kaybolan zamanların, çözülemeyen dertlerin, bir çizgiyle belirlendiği anlar.” Bir şekilde, o satırlarda bana, kaybolmuş olan şeyin ne olduğunu anlatıyordu. Bu zapt, bir anlamda insanın kendisini de kaybetmesini simgeliyordu. Yani, her şey kayıtlara yazılırken, bir zamanlar biz nasıl hissettik? Bu soru o kadar önemliydi ki…
Adalet ve Zaptın Ötesi
Duruşma zaptı verilmesi zorunlu mu, diye sormak, aslında insanın içindeki adaletin ne kadar somut, ne kadar silik olduğunu sorgulamak gibiydi. Her şey sadece kağıt üzerinde mi kalır? Yoksa bizler, içindeki duyguyu kaybetmeden, adaletin anlamını gerçekten bulabilir miyiz? O gün, belki de gerçek anlamda bir çözüm bulamadım, ama bir şey öğrendim: Adalet, sadece resmi belgelerle ölçülmez. Bir insanın duygusu, kalbi, gerçek hayatı, işte bu kayıtlara geçmez.
Ve ben, belki de her şeyin bir kaydının yapılması gerektiğini biliyorum ama bir an için, duygularımı kaydedebilecek bir sistem olsaydı, her şey daha anlamlı olurdu. Hayatın zorlukları, duygusal anlamda yapılacak her kayıttan daha derin ve önemliydi. Duruşma zaptı, sadece bir prosedürdür; ancak her insanın yaşadığı bir hikaye, kağıtlara yazılamaz. O yüzden, ben bir kez daha adaletin, sadece hukukla değil, kalpten gelen bir şey olduğunu anladım.